29 Temmuz 2008 Salı

Reis, Hako, Gamze ve diğeri

Küçükken bir Harika Beşler kitap dizisi vardı. Yanılmıyorsam Enid Blyton'ın. Üç kardeş ve kuzenleriyle köpeklerinin hikayeleri. Oyun oynayacak park bile yokken çevrede hayal dünyamda onlarla gezerdim, bisikletleri trene yükleyip gölde kamp yapmaya giderdim. Zencefilli gazoz içip soğuk et, tütsülenmiş balık yerdim. Bu adını sanını duymadığım yiyecekler muhteşem tadlarını hayalimde ağzıma yayılırdı. Hırsız hazine peşinde koşardım, nedense de Reis'i kendime yakıştırırdım. Küçücük dünyam öyle genişlerdi. Başka birşey almaya para bulamazdım ama okulda yarım simit yiyip simit almam için verdikleri paranın yarısını biriktirerek iki haftada bir kitap alabilirdim.
Küçük dünya, küçük mutluluklar.

Pazar günü denize gittiğimde Andreas'ın telkiniyle tütsülenmiş balık aldım. Smoked macarel. Bugün yerken aklıma nedense o kitaplar ve maceralar geldi. Hayalimdeki beklentilerimdeki o muhteşem tad ne yazık ki gerçeği ile karşılaşınca birdenbire bir boşluk hissettim. Fena değil aslında ama soğuk balık, beklediğim şeyle alakası yok. Anlatamayacağım.
Aynı şeyi beni zamanında TV karşısına mıhlayan Kara Şimşek'i yıllar sonra kocaman bir adam olduğumda izlediğimde hissetmiştim.

Bazı şeylerin hayallerde bozulmadan kalması daha güzel.
Artık bir yerlerde denk gelse bile zencefilli gazoz içmeyeceğim.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Deniz gel gel gel

Bugün ilk defa Belçika kıyısına gittim. Oostende. Tabii önceki Nieuwpoort'taki sailing macerasını saymazsak. Farklı bir deniz. Pasifik kıyısındaki gibi soguk yosunlu girilmez bir deniz bekliyordum. Burası daha iyiydi, kumsal daha bir kumsala benzer, saat 5'te varmamıza rağmen üst çıkartarak dolaşabileceğimiz hava ve sürekli bira deviren kocaman varilimsi vücutlar yerine sırım gibi Flaman kızları. :)
Amerika'da geçirdiğim 4 yıl boyunca 2 kere denize girdim. Biri ilk geldiğim haftalarda hevesle Goleta plajında girdiğim zamandı. Katranlı plaj, soğuk ve bulanık gri su, devasa dalgalar, metrelerce uzayan ve insanın ayağına dolanan garip yapraklı yosunlar. Bir daha girmemeye tövbe etmiştim hemen. Diğeri de 3 yıl sonrasında San Diego civarında Coronado adasındaki plajdaydı. Orası daha iyiydi, ama yine de yüzmeye gelmezdi. Akdeniz plajları çok çok daha güzel.
Atlantik'teki bu ilk denemem fena geçmedi. Gayet hazırlıksız iken bir arkadaşın araması sonucu 3'te yola koyulduk. Biraz yavaş kullanan bir genç, yolda 120yi aşmadı. Park yeri beğenmesi de uzun sürünce 5'te anca vardık. Neyse elemanlar koşup girdi ben bir güneşleneyim dedim. Yattığım yerden su 20-25 metre uzaktı. Bu elemanlar gitti geldi 15 dakika olmamıştı ki baktım deniz ayağımıza dek gelmiş. Gel git'i ilk defa burada bu kadar etkili gördüm. Havluyu çantayı yukarı kaldırıp bir girdim. Soğuk ve koyu yeşil ama girilebilir bir deniz. Kondüsyon azalmış, çok uzatmadan çıktık. Klasik Avrupa, turist restoranları çok pahalı. Ben boşver deyip girmeye heveslensem yanımdaki Alman hayatta bırakmaz. Ayaküstü ben bir kalamar aldım, onlar soğuk balık. Kesmedi tabii ilerde bir yerde kızartmacıda Belçika (Flaman) kızartması yedik. Bunlar da kocaman oluyor, normal boyu öksüz doyuran modda geliyor. Biraya 1.50, kolaya 1.80 Euro verip içtim. Arabaya dönmek için yürürken kırmızı ışık bölgesinden geçtiğimizi farkettim. Gelirken kapalıymış heryer, akşam 8 olunca mesaiye başlamış teyzeler. Bunların gençleri assolist gibi 10'da anca işe başlıyor, teyzeler saat tık dedi mi işbaşı yapıyor.
Ve böylece bitti bir deniz günü. Geçen yılki İbiza'dan beri denize girmemiştim. Arada yüzme havuzuna gidip stres atmak lazım, bu karara vardım..
Bir ara edit edip foto eklerim.
Cumartesi de 3 adet Litvanyalı genç kızla Gent festivaline tekrar gitmiştim. Aslında niyetim yoktu, biraz moralim bozuktu ama kızlar gidelim deyince kıramadım. Bana bir yıl önce böyle olacak deseler hadi len derdim. O festival hakkında bir ara bir yazı yazayım.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Güzelim Güzelsin Güzel


Geçen haftasonu Gent festivaline gitmiştik.
Bir ara ayrıca yazarım, Avrupa'nın en büyük açık hava halk festivali, tarihi şehir bölgesini tamamen bir festival alanına çeviriyorlar ve her meydanda bir konser alanı kuruluyor. Aynı anda rock, latin, jazz farklı türlerde kalite konserler oluyor. Sokaklarda sokak tiyatrosu ve sirk gösterileri ve klasik panayır yiyecek içecek standları oluyor.

Kanal kenarında konseri dinlerken çok güzel bir kız gördüm. Ne büyük çantan varmış senin diye takılıp konuşmaya başladım. Çok neşeli sevecen bir kızmış, diyetisyen olacakmış. Ve en ilginci Miss Belgium 2009 yarışmacılarındanmış.
Hiç bir güzellik kraliçesiyle konuşmam olmamıştı tahmin edersiniz. Bir süre bu yarışmayı, neler yaptıklarını falan anlattı, biraz da genel konuştuk. Arkadaşlarıma tanıştırdım, az bir muhabbet daha sürdü. O kendisine nasıl oy verebileceğimizi anlatıp yarışma için oy toplamaya uğraştı tabii, politikacılardan bir farkı yok bu bakımdan. Çantası da o yüzden büyükmüş, içinde promosyon malzemelri varmış.

Herkesin aklında o bilindik imaj vardır, aptal sarışın / güzel imajı. Özellikle güzellik yarışmalarında sadece vücut güzelliğinin etkili olduğunu düşünür insanlar, bu kızlara virtinlik muamelesi yapar. Bana yarışma için yaptıklarını anlattı ve o imajı fena kırdı. Gent Üniversitesinde okuyormuş. Manken olmak istiyor musun dediğimde boyum kısa dedi, 1.65'miş. Birkaç şey daha konuştuk. Şimdiye dek konuştuğum en zeki ve kültürlü kız değildi ama ortalamanın çok üzerindeydi. Hele bizim kızların "Ee naapıyossun?", "Araban ne marka?"dan öteye gitmeyen muhabbetlerini de bildiğim için, onların yanında bu kızlar fersah fersah yol almış hayat maratonunda.
Kızın insancıl tavırları ve sevimliliği ve canayakın duruşu insanı asıl vuran nokta. Bizde değil bu kadar güzel kız, standart 1.60'lık vücudunun açık ara en kalın yeri kalça nahiyesi olan kızlarımızdaki hava ve karşısındakini insan değil cüzdan yerine koyan tavırlar nerede bu nerede. Off, hatırladım yeniden. Kızlar en pahalı lokantalara götürtüp kendisi için para harcattıkça değerli olduğunu düşünür, bir kere bile karşısındaki adamla insan olarak ilgilenmez. Erkekler kızın yüzüne değil de göğüslerine kilitler bakışlarını, kızın yanında iki lafı bir araya getiremezken arkadaşlarının yanına gelince kendini 10 kaplan gücünde anlatır. Hangi salak bu maskeli baloda mutluluk arar anlayamıyorum. Niye bizim sosyal düzen böyle, niye kaliteli insanlar kendini çekmişken ortalıktan, adilik akıyor her yerden..
Ha bir not, kıza asılmadım. Niyetim yoktu, arkadaşça bir konuşma tek amacımdı. Zaten olsaydı da tek başıma gitmemiştim festivale.

Dipnot: Benim güzelliğim kızınkini örtmesin diye kendimi kareledim :) İşin doğrusu bundan sonra kimliğimi açık edebilecek fotoğraf koymama kararı aldım.

Yollar


Bu aralar yolda cok zaman gecirmeye basladim. Buralara geleli beri dolasmaya arabayla gidiyorum. Artik neredeyse tum Avrupa yollari ve dinlenme duraklari hakkinda bir fikrim var.
Farkli yollardan gectim, Mans denizini ustten ve alttan gectim, soldan kullandim, Mont Blanc'in altindaki tunelden gectim, Alman yollarinda sinirsiz basmanin tadini aldim. Bir ara yazarim bu yol maceralarini.

Aslinda yazmak istedigim ama bir turlu baslayamadigim cok sey var. Ingiltere'de kaldigim surede gorduklerim ve gozlemlerim hakkinda yazamadim. 1 Mayis tatilinde Isvicre'ye gittim, orada Cenova, Lozan ve Montro'yu gezdim. Oradan bir gun Italya tarafina gecip Aosta'da cok guzel bir gun gecirdim.
En buyuk yolculuga yakinda basliyorum. Kardesim gelecek, birlikte Dogu Avrupa turu yapacagiz. Buradan Prag'a, oradan Bratislava, Budapeste, Krakow, Baltik uclemesi Litvanya, Letonya, Estonya, Varsova, Berlin'de bir gece ve geri donus. 3 hafta, uzun, zorlu ve yorucu bir tatil olacak ama artik zorluklarina katlanacagiz:)
Donunce yeni proje nedeniyle dolu olacagim ama umarim yeterince yazma firsati bulurum.
Resim, arabamla Londra cevreyolu M25'te giderken cekilmis.

19 Temmuz 2008 Cumartesi

200 km/h in the wrong lane


Ben arabayi efendi gibi, kurallara uyarak kullanirim, sol seridi surekli istigal etmem, sol serit doluysa da baskalarini arkadan sikistirmam hiz keserim digerleri seridi bosaltana kadar.
Gecen gun isten donerken bir arabayi solluyordum, 160 civarinda. Birden arkadan manyagin biri koptu geldi, sol sinyali yanik flas yapa yapa. Geldigini uzaklardan farkedip 190'a cikmistim. Buna ragmen arkama yanasip farlarini goremeyecegim kadar yakin takibe basladi. Sollayacagim araci gecince yol verdim, ama bu densizlige sinirlendim dogrusu. Araba yanimdan gecerken ters ters bakistik, arabada kicinin killari agarmis ama uzun sacli metalci kilikli 4 adam surat yapa yapa beni solladilar.
Pek yapmam :) ama takip etmeye basladim, 200km/h ve ustu hizlarda onlar onde ben arkada Anvers - Bruksel arasinda gitmeye basladik. Biraz sonra anlasildi Vehbi'nin kerrakkesi, bu arac bir motorcu grubunun artcisiymis. Kafile halinde giden 30 kadar chopperci. Onlarin arkasina gelince yavasladi, 160lara indik. Bruksel ring'ine gelince yol biter ve ikiye ayrilir, dogu ve batiya. Motorcular sagdan doguya giderken bu arac sol seritte ne yapacagini bilemez sekilde 100 civarina dustu, bir turlu saga gecemedi. Iste beklenen cevap ani deyip bunlarin yanina sag seridine gecip yolu tikamayi dusundum. Bunlari yanlarinda hizimi onlara gore ayarlayip gecirmeyebilir ve batiya dogru zorladiktan sonra rahatca kacabilirdim, insaat yuzunden yol daralip 2 seride iniyor, sonra birden 5 ayri yola ayriliyordu. Pislige pislik :)
Ama nedense yapmadim. Yaslaniyor muyum neyim :)
Yalniz bu sayede 35 dakikalik yolu 20 dakikada aldim. Bu aralar hiza fena alistim. Artik yol sikisip 160'lara dusunce yavasladik diye dusunmeye basladim :)
Iyi degil bu gidis.

15 Temmuz 2008 Salı

Mirasyedi

Ben ekonomik beklentilerde kotumser oldugumu biliyorum, ama galiba tek degilim.
Turk sinemasinin klasik senaryosudur.
Babasindan kalan paralari yiyen, har vuran harman savuran simarik mirasyedi. Hic para kazanmakla ugrasmadigi icin paraya da deger vermez, insanlara da. Satip savacak her sey bitip meteliksiz kalinca da herkes tarafindan terkedilip mahalle koselerinde ayyas ayyas dolanir.
Gungor Mengi'nin gecen gunku yazisindan:
.....
- Ohoooo... Bütün bunlar çok karışık işler... Hükümet işi gücü bırakarak bunlarla mı uğraşacak, başına dert mi alacak, bunun kolay yolu yok mu ?Para kazanmayı bırakırsınız, para getirmeye bakarsınız... Böylece bu iş gidebildiği yere kadar gider...
- Para nasıl getirilir ? Ülkenin varlıklarını satarsınız. Yüksek faiz vererek borçlanırsınız. Böylece günü kurtaracak ölçüde para bulursunuz.
- Hükümet şimdi “Para kazanmayı bırak / Para getirmeye bak ” politikası mı uyguluyor? Evet.
- Bunu nereden çıkarıyorsunuz? Hükümetin uygulamalarını izleyiniz.

Günü geçiriyoruz
(1) Yabancılara satacak KİT’ler bitti. Hükümet şimdi yabancılara arsa satmaya çalışıyor. TOKİ, şimdiye kadar halka konut satarak para buluyordu. Halk konut alamaz hale geldi. TOKİ şimdilerde Çanakkale Boğazı’nın iki yanındaki kamu arsalarını, kıyılardaki kamu arsalarını yabancılara satma hazırlığı içine girdi.
(2) Yabancılara fabrika yaptırmak için kurulan Başbakanlık Yatırımları Destekleme ve Tanıtma Ajansı, baktı ki fabrika yapmaya gelen yok, şimdilerde yurtdışında kamunun ve özel sektörün varlıklarını pazarlamaya çalışıyor.
(3) Hükümet havaalanlarını, yolları, köprüleri, elektrik üretme ve dağıtma hakkını “iskontolu” (Gelecek yılların gelirini peşin almak arayışında) satışa çıkarıyor.
(4) İçeride faiz yüksek tutularak, dışarıdan ucuz borçlananların ülkeye döviz sokmalarının yolu açılıyor.
- Bütün bunların bir faturası yok mu? Şimdi faturayı düşünmenin zamanı değil. Hele şu günler bir geçsin... Sonrası Allah kerim!..

13 Temmuz 2008 Pazar

Ortadirek ortada kaldi

AKP iktidari doneminde Turkiye'de degisimler oldu. Bundan en cok paradan rant alan zengin kesim ile hayatini calismadan yasamak uzerine kurmus asalaklar beslendi.
Hayatlarini calisarak kazanan, baskalarina muhtac olmamayi amaclayan orta halli kesimin hayat standardi orantisal olarak azaldi. Ortalama gelirler / harcamalar orani artmadi, azaldi.

TOKI sadece fakirlere ucuz ve zenginlere super luks konut uretirken orta halli kesim serbest piyasaya birakildi, yukselen konut fiyatlariyla cogu kiraci olmaya devam ediyor. Halihazirda konut sahibi olanlar biraz kazanirken en yuksek kazanc sehir ceperlerinde zamaninda kapatilmis arsalarin sahiplerine rant kazanci olarak gitti. AKP belediyecileri belediye hizmetlerinden rant cikarmayi cok iyi ogrenmisler. Sehir kenarinda tarla kapat, oradan imar gecir, belediye hizmetlerini gotur, ortaklarin sonra bu arsalara siteler kurup bunlari satsin. Bu evleri alanlar da maas gelirlerinin neredeyse tamamini buralara yatiran, vergilerini duzgun odeyen, kurallara uyan ortadirek vatandaslar. Isin acisi da vergi veren kesimler bu gecekondu zenginlerini beslemis oldu, ve hala belediyeler eliyle bir kesim kullandigi hersey icin vergi verirken bu vergilerle diger kesime ayni yardimlar devam ediyor.
Bu duzen nasil degisir bilmiyorum, ama dunya bir ekonomik duraganlik bekliyor. AKP iktidari zaten hazirlik yapsa bile bu kriz olacakti ama hic bir tedbir alinmadigi gibi butce bakkal hesabina donduruldu. Simdi AKP kapatilir ve yerine gelen iktidar doneminde kriz patlarsa AKP efsane haline gelecek. Tipki rahat gecen Erbakan doneminden sonra Ecevit iktidarina nurtopu gibi kalan kriz benzeri sorunlarla ugrasmak zorunda kalacak olasi alternatif iktidar. Ve git gel ustasi Demirel gibi bir buyuk umutlarla geri gelen bir Tayyip gorebiliriz bunlarin arkasindan.
Ve kotu haber, bir krizde ne zenginlere bir sey olacak, ne de kaybedecek bir seyi olmayan asalaklara. Pisligi vergileriyle temizlemek yine memleketin ortadiregine kalacak.

Derinden etkileyen şarkılar

Müziğin hayatımda önemli bir yeri oldu hep.
Her şarkı değil ama bazen bazı şarkılar insanı alıp götürüyor biryerlere. Sık sık böyle şarkılar aklıma takılır. Hayatımda bazı kararları da bu buğulu mantık çerçevesinde vermiştim. Amerika'daki zamanımın sonlarına doğru Kıraç'ın Gönül şarkısı ve onun klibi çok etkilemişti beni ve terk etme duygusunu tetiklemişti. O zamanlar benim de bir convertible Mustang'im vardı, arabaya şarkıyı koyup dolanıyordum Santa Barbara civarlarında.
Belçikaya ilk geldiğim zamanlarda da Robbie Williams'dan No regrets'i sık dinliyordum ve onun beni soktuğu melankolik hava düşüncelerimi etkiliyordu. O aralar Vega'yı dinlemeye başladım. 'Bu sabahların bir anlamı olmalı' önceden bildiğim çok ama çok iyi bir şarkıydı. Sonradan dinlediğim 'Aşk başlar' ve diğer şarkıların hepsi çok ama çok iyi Bu kadar yüksek yüzdeyle beğenimi kazanan azdır, Joe Cocker'ı da çok severim.
Geçenlerde 'First we take Manhattan' ilk defa dinledim, önceden bende olmasına rağmen. Çok ama çok iyi. Sürekli arabada onu dinliyorum şimdi. Leonard Cohen şarkısı, diğer tüm versiyonlarını da dinledim. Sirenia, JenniferWarners, REM. Normalde REM'i severim ama ilk defa bir şarkıyı mahvettiklerini düşündüm. En iyi cover Joe Cocker'dandı, aklimda dolanan şarkının o versiyonu. Klip alakasiz, anti-Bush, ama sarkiyi dinleyebilirsiniz.

Derken dün daha önce sürekli dinlediğim ama hiç ismini öğrenemediğim bir şarkıyı tekrar buldum. Shivaree - Goodnight moon. O buğulu vokalin etksine girdim bile.
What should I do I'm just a little baby..

Sanırım bu şarkılar benim ruh halimi fazla etkiliyor. Şimdi daha bir aşka açığım sanki. Demek ki mutlu olmak için de neşeli şarkılar dinlemek lazım.