19 Temmuz 2007 Perşembe

Fromage de brebis

Brüksel'de yaşarken biraz olsun meşhur Fransız mutfağından sebepleniriz diye ummuştum. Hata imiş. Yok değil, varmış iyi mekanlar ama bırakılacak miktar maaşın ondalık kesri ile ölçülürmüş. Normal insanların yediği mekanlarda ise lezzet yok. Hadi TR ile karşılaştırıp pahalı demekten vazgeçeceğim artık. Ama onca verilen paraya garip garip yiyecekler alınıyor, onlar da garip garip kombinasyonlarda. Her yemekte tabağın ekseriyeti patates. Hayatın tadı'nı çıkarmakla övünen bir topluluğun kırmaları bunlar da (bunu dışarda söylesem taşlarlar beni:) ama velakin ben hiçbirşeyden tad alamıyorum.

Geçenlerde bir pazar sabahı kahvaltıya dışarı çıkalım dedik. Ben aklımdan neler neler geçiriyorum, aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş derler ya.. Neyse geldik meşhur kahvaltıcımıza. 8,90 Euro karşılığı bende beklenti yüksek. Gele gele bir sepette 4-5 farklı ekmek çeşidinden ikişer dilim ekmek, bir küçük portakal suyu (sıkma değil!), bir bardak poşet çay... Sağda soldaki kavanozlarda da reçel, sarelle varmış, ye babam ye serbest.. Bunlar kahvaltıdan önce mi sonra mı yenecek diye sormak geçti.
Narlıdere'deki deniz kenarı kahvaltıları zaten imkansız da Kırmızı ya da Bahçemiz'inkini bile özlemeye başladım. Neyse, sonunda bir Törkish markette beyaz peynir buldum, Ezine olmasa da en azından koyun peyniri.

Diyar-ı Brüksel'e gidile, yimak bloglarına bakıla bakıla bakıla, ağızın suları siline.
iç geçirile.

11 Temmuz 2007 Çarşamba

Blogcunun hası bilgisayarından bellidir

Arkadaş bloga heves ettiysen elinin altında her zaman bilgisayar olacak. Bu bilgisayar da kıvrak olacak, acar olacak, netin içinde olacak.. Öyle ünleyin Musa Emmiyi gelsin karşı köyden şeklinde çalışan bir aletle olacak iş değil bu. Hani gönül istiyo daha bi yazalım, gerçeklerden kopuk hayatlarımızda kendini ifade etme yoksunluğunu böyle atalım ama imkanlar el vermiyor.

Estetik fikir (ilham ya da) dediğin kelebek gibi. Sık sık aklımda iyi fikirler dolaşıyor ama akşam eve gel, yorgunluğu at, yemek ye, bilgisayarı aç, işte yapamadığın günlük web dozunu al silsilesinden sonra geriye yazacak bir şey kalmıyor. Oysa güzel iki üç cümle oluştuğu zaman hemen döküp atabilsen malzeme rahat çıkar. Zaten bir explorerdan diğerine geçmek 2 dakika ve harddisk gırıltısı çekmek demekse aman kalsın diyor insan.

Benim de bir ara bu blog konusunda ne yapacağıma bir karar vermem lazım.
Konu çerçevesi Mehmet çelebinin Brükselnamesi olarak kalacaksa er geç malzeme biter. İlk başta garip gelsede bir süre sonra her şeyi kanıksarım buradan malzeme çıkmaz. Zamanla buraya kontrastlarımın referans noktası olam Türkiye'den de uzaklaşmaya başlarım. Sanırım olayın turistik kısımlarının ötesinde başka şeyleri de çorbaya katmak gerekecek.
Ya da unutulmuş bloglar köyüne gider bu blog da.

4 Temmuz 2007 Çarşamba

Avril Avril

Sehirde dolasiyorduk, yemek icin bir yere oturmustuk. Bir meydani konser icin hazirlamislar. Bir suru liseli tipli insanin toplandigini gorunce herhalde okullar kapaniyor diye bir konser verilecek sandik. Gidelim bakalim deyup gittik. Pek bi heyecanli genc tiplerden birine sorduk, kim varmis diye. Herhalde onlar bir aydir dort gozle bekledikleri bu olaydan bu kadar kayitsiz kalan tiplerin isi ne burada dercesine cevapladilar. Kanadanin sert kabuklu citiri Avril Lavigne gelesiymis.
Uff neyse bekle allah bekle, 1.5 saat ayakta dikildikten sonra hatun arzi endam eyledi, 5-6 sarki soyleyip gitti. Aslinda bence ondan once cikan DJ daha eglenceliydi. Neyse, belese bir konser daha idrak etmis olduk boylece. Cep kamerama da bir foto nasip oldu.