27 Ekim 2007 Cumartesi

Akl-i Selim

Mehmet Ali Birand'in bir yazisi (Orijinali):

Hepimiz birer uzman kesildik. Kimimiz harekatın nasıl yapılması gerektiği hakkında askere ders veriyor, kimimiz ekonomik ambargo ile bu işin içinden kolaylıkla sıyrılabileceğimizin derslerini veriyor. Oysa madalyonun öbür tarafına bakınca, işin hiç de kolay olmadığı anlaşılıyor.


Ünlü bir deyişimiz vardır.

Ağzı olan konuşuyor” deriz.

Bunun anlamı, bilenin de bilmeyenin de konuşmasıdır.

Şu anda tamı tamına böyleyiz.

Bilen de konuşuyor, bilmeyen de.

Üstelik hepimiz uzman kesildik. Genelkurmay’a nasıl müdahale etmesi gerektiğini anlatıyoruz... Diplomatlara dış ilişkilerin nasıl yürütülmesi gerektiğinin derslerini veriyoruz... Siyasilere de kriz yönetimini öğretiyoruz.

Bu arada en çok konuşulan konu, Kuzey Irak’a uygulanacak ekonomik ambargo.

Kapat Habur’u, kes elektriklerini bak nasıl inim inim inleyecekler. Önce PKK’yı kovarlar, sonra da gelip ayaklarımızı öperler...”

Hangi TV’yi açsanız, hangi gazeteyi okusanız bu yaklaşımlarla karşılaşıyorsunuz.

Herkes bu işin çok kolay olacağını düşünüyor. Kimse, madalyonun öbür yanını merak etmiyor.

Kuzey Iraklılar’ı, Alman veya Fransızlar’la karıştırıyoruz. Hayat standartlarındaki bir düşmenin onları çok etkileyeceğini sanıyoruz. Sanki elektrikleri bir süre kesilirse mahvolacaklarını, yiyecek sıkıntısına düşerlerse teslim olacaklarını sanıyoruz.

Kuzey Irak Kürtleri’nin çok uzun yıllar elektriksiz ve yoksul yaşadıklarını, şimdi de kıtlığa dayanabileceklerini ve bir süre sonra da, diğer komşu ülkelerinden ihtiyaçlarını şu veya bu şekilde karşılayabileceklerini hiç düşünmüyoruz.

Kuzey Irak ile yılda 2,5-3 milyar dolarlık ticaretin kesilmesinin asıl Güneydoğu’yu vuracağını, hatta şimdiden bölgenin ayağa kalktığını, ekonomik ambargoya karşı çıktığını görmüyoruz.

Bugün Kuzey Irak’ın elektriğini kesen Türkiye’nin, yarın Avrupa’ya gidecek doğalgaz akımını da kesebileceğini düşünecek yabancı ülkelerin, Türkiye’yi enerji koridoru yapmaktan vazgeçebileceğini, adım atarken 2-3 defa düşünmeye başlayacaklarını hiç hesaplamıyoruz.

Üstelik Kuzey Irak konusunda Türkiye’nin hedefi hiçbir zaman Kuzey Irak Kürtleri’ni cezalandırmak değil, yönetimi ikna etmektir. Ekonomik ambargo uygulaması Irak Kürtleri’ni izi kolay kolay silinemeyecek şekilde Türkiye’ye düşman edecektir.

Kuzey Irak’a ekonomik ambargo PKK’yı bu ülkede etkisizleştirecekse, mutlaka uygulanır ve uygulanmalıdır. Kimse bunu tartışmıyor. Ancak, bu yönde adımımızı atarken nereye bastığımızı da iyice görmemiz gerekir.

Unutmayalım ki, Kuzey Irak’a ekonomik ambargo bumerang gibidir.

Karşınızdakini vurmak için fırlatılır, iyi hesaplayamazsanız bir de bakarsınız geri dönmüş ve sizi yaralamıştır.

İşte buna bumerang denir.


15 Ekim 2007 Pazartesi

Biz gideriz Irak'a hey Irak'a

Geçen yazımı yalanlar gibi olacak ama biraz politika yazacağım. Düşününce paralel iki blog yürütemeyeceğime karar verdim. Zaten herhalde burayı okuyan iki üç kişi de başka yerlere gitmezdi.
Her şey burda.

Bu Irak'a sınır ötesi operasyon ateşini anlayamıyorum.
Gazeteler halkı geriyor, ortamı şişiriyor, milliyetçilik duyguları kabartılıyor.
Bir grup kendini çok büyük gören zümrenin duyguları özerinden oynanıyor, siyasiler de artık bu rüzgara direnemediler. Sonuç getirmeyecek bir tür kendini tatmin operasyonu. Sonuca götürmeyecek, amacı belli değil, çok daha kolay alternatifler var ve bu halde içine atlanılacak kuyunun dibi belli değil.

Sonuca götürmeyecek, çünkü bundan öncekiler de sonuç getirmedi. Daha önce de gidildi, mağaralar milli servet bombalarla dövüldü (ekonomik maliyet korkunç, ama ona girmeyeceğim), operasyonlarda askerler öldü, bir şekilde dağa çıkarılmış PKK'lı yine TC vatandaşı gençler öldürüldü, lider kadrolara ise hiç bir şey yapılamadı. Örgüt ölenlerin yerine yeni eleman toplayınca bir sonraki yaz sil baştan oldu herşey. Bu arada kış geliyor, kışın ne operasyonu olacak? Boş mağaraları topçu ateşiyle dövüp bakın kökünü kurutuyoruz mu denecek. Bu galeyan niye birdenbire.

Amaca götürmeyecek, PKK'ya karşı en büyük ve en etkili darbe Apo'nun yakalanması olmuştu. Bunu da zor kullanma tehdidi altında diplomasi başarmıştı. Terörün sosyal ve ekonomik kaynakları var. Onlar dururken ayak takımına yönelik sığ düşünceler ve duygu selleri içinde yapılacak bir operasyon aslında kimin işine yarayacak?

Kuyunun dibi belli değil. Birileri sanki pikniğe gidiliyormuşcasına sınır ötesi yapalım diyor. Bir suçlunun sıcak takibi bir kavram, aylar öncesinden hazırlık yapıp, kanunlar çıkarıp büyük bir ordu gücüyle başka bir ülkenin toprağına girmek başka bir kavram. Türkiye uluslararası arenada bunu nasıl açıklayacak? Sonra kendi toprak bütünlüğüne başkaları tecavüz ederse bunu nasıl kime şikayet edecek? Şimdiye kadarki tüm operasyonlarda Peşmergelerle işbirliği yapıldı, onlarla hiç doğrudan çatışılmadı. Şimdiyse onlar karşı tarafta, ayrıca meşruluğu su götürse de çok milletli bir askeri güç var orada.

Örgütün ekonomik kaynakları azalınca, siyasi destekçileri el çekince yıllar boyu tek bir etkinlik gösterememişti. Noktasal, düşük çaplı intihar eylemcilerine kalmıştı işi ki polis istihbarat tecrübe kazanınca bunların da çoğu önlenir olmuştu, 6-8 ay öncesine kadar.
Bir anda terör arttığına göre sahnede yeni bir piyes, yeni bir kuklacı var.

Açık sorular..
Türkiye girerse Iraktaki kargaşa artacak mı yoksa Irak halkı için bütünleyici bir faktör mü olacak? ABD'nin yerine ortak düşman koltuğuna Türkiye oturacak mı? ABD Irak bataklığından elini yıkayıp çıkacak mı? Ya da Araplar kendileriyle kader birliği etmeyen Kürtlere sırt dönecek mi? Kürtler bu olası durumu Kürt milliyetçiliğini şişirmek için kullanıp Araplarla yollarını ayırmak yolunu seçecek mi? Barzani bu nedenle mi PKK'yı besler konuma geçti, TR karşısında sert çıkışlar yapıyor?
Daha önceki hiç bir operasyonda 20 Km ötesine gidilmemişken şimdi çap büyüyecek mi? Olay uluslararası savaşa dönüşürse fatura kime çıkacak? Buna oy verecek vekiller neyi oyladıklarının yeterince bilincinde mi?

Ben nedense bu tezgahın arkasında bir müşteri olduğunu düşünüyorum.
TR amacı Irak'taki PKK varlığını ve oradan gelen rahatsızlığı kaldırmaksa eğer, bunun tek yolu askerlerle oraya dalmak olmamalı. Türk askerinin canı o kadar ucuz değil.
Kuzey Irak'ın elektiriği tamamen Türkiyeden gidiyor, gıda ihtiyacının yarısından fazlası, diğer tüketim malzemelerinin de büyük çoğunluğu. Türkiye'ye karşı efeliğe kalkan Kürt yönetiminin en büyük gelir kaynakları Türk ürünlerinin geçişinden aldıkları vergiler ve Türk kamyonlarına sattıkları petrol ürünleri. İranla ticaretleri yok, Suriye ve Irak'ın geri kalanıyla çok az. Türkiye verdiklerini keserse rahatlıkla onları ortaçağ koşullarına indirebilir. Elektiksiz, susuz, aç toplumun istekleri karşısında birileri politikanın, halk yönetmenin ne olduğunu öğrenir ve misafirlerine faklı bir gözle bakmaya başlar diye düşünüyorum.

Gaddarca mı? Sert mi? Evet. Ama gerektiği kadar. Kurşun, top mermisi, tabut çivisi kadar sert değil. Bence kısa vadede etki için alternatifinden daha iyi, faturası TR için çok daha hafif bir eylem.
Kendi askerinin canına değer veren, oraya buraya sürmeyen birilerinin uygulayabileceği bir yöntem. Yakın zamanda Yugoslavya'da, Kosova'da, Somali'de gayet güzel kullanılmıştı.
Uzun vadede ise güç kullanımı hiç bir şey çözmemiş, tarih bunu gösteriyor hep.

7 Ekim 2007 Pazar

Ahoy!

Bu haftasonu şirket etkinliği kapsamında Nieuwpoort'ta yarış yelkenlileriyle yarıştık.

İlk defa bir yelkenliye binişim oldu. Denizin ortasında mazot kokusu olmadan ilerlemek çok güzel. Motorlu teknelere benzemeyen, titremeyen, çok rahat bir kayışı vardı teknenin.

Yarış tipi tekneler küçük, bu resimdeki kadar. Sürekli bir hareket, yapılması gereken bir iş var. Ekip çalışmasının, liderin görev paylaşımı yapmasının önemi, ekip içi iletişimin önemi bir anda göz önüne çıkıyor. Bence şirket aktivitesi olarak çok uygun düşen bir olay.

Herkese de bir iş var, kimse oturup seyre bakıp gidemiyor, oturma yeri de yok. Olsa da zaten bu olası da değil, manevralarda tekne içinde hızla yer değiştiriliyor. Fındık kabuğu kadar bir tekne, bir o iskele kenarı üzerinde gidiliyor bir sancak. Bu resimdeki yine büyük, bizim kullandığımız daha küçüktü ve iyice yatırdık. Teknenin bazen bir tarafı suyun içine girecek gibi oluyordu, o durumlarda benim görevim ana yelkenin halatını salmaktı (ve tabii dönüşten sonra tekrar germek). Tekne yön değiştirirken alttan kayıyordu sanki, bir anda düz duvara tırmanır gibi diğer tarafa geçiyorduk.

Aslında bayağı azimli bir ekiptik, ilk yarışta açık ara 1. geldik. Biz bitirdiğimizde yolun yarısını alamamış ekipler vardı. Ama ikinci turun başlamasını beklerken alttaki fin (yüzgeç?) karaya değdi, yani karaya oturduk. Bir anda durduk, iyi sarstı. Rüzgar tekneyi iyice sallamaya başladı, hemen yelkenleri toparladık, arka taraf ağır gelince teknenin önünde toplaşıp bizi çekecek motoru bekledik. Bu da hayatın bir gerçeği, çok çabalasan da ele olmayan faktörler seni engelleyebiliyor. Bu arada benim gömlek de okyanusla bir oldu.

Denizin ortasında şehri uzaktan görmek, yüzlerce teknenin ortasında dolanmak güzeldi. Tabii hep aklımda bunu Ege'de arkadaşlarınla yapmak kat be kat güzel olmalı düşüncesi vardı.

Aslında İstanbul bu tip aktiviteler için mükemmel bir yerde.
Biz 2 saat yol gittik, Avrupa'nın ortasındaki başka sirketlerden uçakla gelenler olyormuş. Haliyle onlar daha üst kademedir. Düşününce iklimi, denizi ve böyle bir aktiviteyi besleyecek çok sayıda şirketi ile İstanbul'da iyi bir potansiyel var. Ama sanırım bu tip aktif etkinliklere pek alışık değil Türk şirket kültürü.
İlgilenenler için, www.sailingteam.com

5 Ekim 2007 Cuma

Baba bir masal anlat bana..

Nedense bugün düşünürken buradaki bir çocuğa masal anlatamayacağımı farkettim. Kelimeler belki çevrilir de anlamı aktaramam. Buralı çocuk anlamaz gözlerle bakar.
Masal bir kültürün temel parçalarından biri.

Masalları küçümsemek büyük hata.
Masallar güzel bir anlatım yoludur.
Çocukları eğlendirirken eğitir.

Devler, periler, cadılar, konuşan ağaçlar, sihirli güvercinler, kanatlı atlar, altına dönüşen taşlar, taş olan insanlar. Bizlerin gülümseyip geçtiğimiz bu varlıklar beyni açık, henüz gerçeklerle kısıtlanmamış çocukların aklında bizim arabaların beygir gücünden, hisse senetlerinden, sanal alemden daha gerçektir.

İyiliğin eninde sonunda üstün geleceği hikayelerle ahlak değerleri katılırken bu hikayedeki kahramanların şahsında büyüklere saygı, toplum içi kurallar vb toplumu toplum yapan kurallar öğretilir. İyi görülenler yanında kötülerin şahsında da toplumda beğenilmeyen davranışlar ayıplanır.

'Büyüyünce' masalları beğenmememizin ana nedeni iyilerin mutlak iyi kötülerin mutlak kötü oluşudur. Büyürken hayat bize hayatın siyah beyaz olmadığını öğretir. Aslında siyah ya da beyaz da yoktur, her şey grinin tonları. Düşünmeyi sevmeyenler bu siyah beyaz yaklaşımını çok sever, her şey siyah beyaza indirgenince kolaydır çünkü. Düşünmeye paydos. Hüküm verildi.
Düşünmekten vazgeçemeyenler griye mahkumdur oysa. Olaylardaki kişilerdeki düşüncelerdeki griliği farkedebilenler o siyah beyazın huzuruna kavuşamaz.

Çeşitli konulardaki düşüncelerimi yazmak için yeni bir blog adresi aldım.
grikose.blogspot.com
Gri köşe çünkü gri maddeyi kullanmak istiyorum.
Gri köşe çünkü elden geldiğince bulanık olarak düşüncelerimi yazacağım.
Farklı konuları ele alacağım. Şimdiden aklımda 5-6 konu var.

Bu blog gibi kişisel anı blogu olmayacak.
Ortak yazı yazmak isteyenler varsa seve seve açarım.

ps. Yapabiliyorsanız bu hafta bir çocuğa masal anlatın :)